Deprem bir doğa olayıdır.
Önlenebilir bir yıkım, önlenebilir bir felaket değildir.
Altınızdaki yer, oturduğunuz konut sallanıyor, ne yapabilirsiniz?
Ancak depremin yıkımını en aza indirmenin yolları, çözümleri vardır.
1939 yılında yaşanan Erzincan depremi 8 büyüklüğündeydi ve 42 bin kişinin ölmesiyle sonuçlandı.
Ders alınmamış.
1999 17 Ağustosta yaşanan Marmara depreminde de o kadar yurttaşımız yaşamını yitirdi.
Bu yıkımdan da ders almamışız.
O günden bu yana çeşitli büyüklükte depremler yaşandı.
Yine ders almamışız.
Deprem konusunda uzmanların , sismologların çeşitli uyarılarını da dikkate almamışız.
Ders alınsaydı, geçtiğimiz Cuma günü Elazığ Sivrice merkezli depremde ne büyük yıkımlar ne de can kayıpları olmazdı.
Bu son Elazığ ’da 6.8 büyüklüğündeki depremin sarsıntısını Gaziantep’te biz de yaşadık.
Ben, Gaziantep’in bu kadar sallandığına ilk kez tanık oldum.
Oturduğumuz binada bir panik yaşandı, herkes binayı boşaltıp sokağa çıkma telaşındaydı.
Eşimin paniklemesini ve onun da sokağa çıkmak istemesini engellemeye çalıştım ve engelledim.
Çünkü yapabilecek bir şeyimiz yoktu.
Sarsıntının bizi merdivenden inerken yine yakalayabileceğini söyledim ve onu sakinleştirdim.
Sallanma durdu, televizyonlar alt yazıyla felaket haberini geçmeye başladı.
Eksi 10 derece civarında seyreden soğuta, depremzedeleri düşünmeye başladım.
Ülkemizin bir deprem bölgesi olma gerçeği var.
Buna karşın yapılaşmalarda, yapılarda kullanılan inşaat malzemelerinde bir yenilenme, bir gelişme olduğunu görmedim, duymadım.
Arama – kurtarma çalışmalarını televi zyon kanallarını dolaşarak ve yüreğim burkularak izlemeye başladım.
Derken devlet adamla rından demeçler gelmeye, ö lenlere rahmet, yaralılara acil şifa dilekleri uçuşmaya başladı.
İkinci gün, bazı bakanlar depren alanında göründü.
Vali, belediye başkanı, kolluk güçleri yetkilileri ve bakanın yanında görünmek için çaba gösteren yalaka takımını vermeye başladı televizyonlar.
Oysa bakan belli bir merkezde oturup, arama – kurtarma çalışmalarını izleseydi, bana göre daha doğru olurdu.
Ve Ankara’da kriz masaları kuruldu.
Ne işe yarıyorsa.
O sırada Elazığ ve Malatya’da artçı depremler sürüyordu.
Bir de “ya bu deprem İstanbul’da olsaydı” diyebilen aymazlar ve bu depremden politik çıkar umanlar var ki esas deprem bu galiba.
Sonuç olarak biz ne yaptık?
Sallanma dindikten sonra, evlerimizde rahatça otururken, telefonla birbirimize geçmiş olsun dileklerimizi sunduk.
Yani efendim Elazığ’ı, Malatya’yı hemen hemen unuttuk bile.
Ve son bir soru; 20 yılı aşkın bir süredir deprem vergisi olarak alınan paralar ne oldu?
Allah onların yardımcısı olsun…
Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Telgraf Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Telgraf Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Telgraf Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Telgraf Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.